Anadolu’nun manevi mimarları: Aşık Paşa Hazretleri

Müslümanların her yıl heyecanla beklediği Ramazan Ayı’nın gelmesiyle birlikte, İslam alimlerinin hayatlarını Ankara Masası mercek altına alıyor. Yaklaşık 2 ay sürecek yazı dizisinin 28. bölümünde Aşık Paşa Hazretleri'nin hayatı var.
Ankara Masası
|
25 Nisan 2021, Pazar - 09:00
Anadolu’nun manevi mimarları: Aşık Paşa Hazretleri

Dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar...

Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…

Söz sarrafı, gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'nin birbirinden değerli mısralarla anlattığı büyük gönül sultânı Ahi Evran Hazretleri'nden, ömrünü Hak ve ilim yoluna adayan Hacıveyiszâde Mustafa Efendi'ye; ilmi ve mâneviyâtıyla 18. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Pir Nûreddîn Cerrâhî'den, ezel dünyâsında verdiği söz üzere yaşayıp, ahde vefâsına tam bir sadâkatle, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül sultânı Şeyh Vefâ Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları Ankara Masası okuyucusu ile buluşuyor.

Yaklaşık 2 ay boyunca sürecek yazı dizisinin 28. bölümü sizlerle...


ÂŞIK PAŞA HAZRETLERİ

Kaldı ol Hayy-ü Kadîm-i lemyezel.

Hem ebeddir ol hakîkat hem ezel.

Aşk anındır, âşık olur, mâşuk ol,

Âhır andan varır ana cümle yol.

Kendüsünden kendüye kendi delîl,

Kendüsüne kendüsü olmuş halîl.

Âşık, imdi varlığın ver yokluğa,

Yokluk içinde sana varlık doğa.

                            Âşık Paşa

Her an Hayy olan Allah Azîmüşşan’nın ezel ve ebed yolunun hakîkatinde aşk ile ânı kollamış, Hakk’ın varlığı karşısında kendi yokluğunu hakîkat saymış da Hak ile varlık bulmuş bir gönül sultânıdır Âşık Paşa (k.s)…

O; devrinin önde gelen mutasavvıf ve şâirlerinden olup, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünneti olan tefekküre bü­yük önem vermiş, yazdığı Garib-nâme adlı muhteşem eseriyle kâinatı ve âlemi okuyarak can bulmuş bir âlim ve bilgindir. Tüm ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçiren Âşık Paşa’nın, İslâm âlemiyle berâber Türk kültür ve edebiyat dünyâsına da büyük hizmetleri olmuştur. Hem Selçuklu hem de Osmanlı devrini gören Âşık Paşa, dünyânın Moğol istîlâsıyla kasıp kavrulduğu bir dönemde yaşamış, ömrünün son nefesine kadar insanları Kur’an ve sünnet yoluna dâvet ederek birlik çağrısında bulunmuş bir gönül eridir.

Aşık Paşa Hazretleri doğum yılı ve yeri

13 ve 14. yüzyıllarda yaşayan büyük Türk mutasavvıf ve şâirlerinden Âşık Paşa, 1272 senesinde Kırşehir Arapkir’de dünyâya gelir. Asıl adı, Muhlis bin Ali’dir. Paşa lakabı, resmî bir rütbe olmayıp, babasının ilk evlâdı olduğundandır. Âşık ise şiirlerinde kullanmış olduğu mahlasıdır ve bu isimle şöhret bulmuştur. Âşık Paşa, büyük İslâm âlimi ve mutasavvıf Horasanlı Baba İlyas’ın torunudur. Baba İlyas çocuklarını ilim ve irfan esaslarına göre yetiştirerek onların insanlığa faydalı kimseler olmalarını arzu etmiştir. Âşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa da bu düşünceyle yetişmiş önemli bir âlimdir. Gerek Baba İlyas gerekse oğlu Muhlis Paşa, Moğol istîlâsıyla berâber yoğun göç alan Anadolu topraklarında büyük hizmetlerde bulunmuş, nicelerinin İslâm’ı öğrenmesine vesîle olmuştur.

Aşık Paşa Hazretleri'nin hayatı

Devrin en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Kırşehir’de yaşayan Muhlis Paşa, evlâtlarının iyi bir tahsil alarak Kur’an ve sünnet yolunda yaşamaları için gayret sarf eder. Muhlis Paşa, Hakk’a yürüyeceğini hissetmiş olmalı ki, Âşık Paşa henüz iki yaşındayken oğlunu devrin en önemli âlimlerinden Şeyh Osman Efendi’ye emânet ederek 1274 senesinde Hakk’a yürür. İki yaşında yetim kalan Âşık Paşa’nın eğitimiyle bizzat Şeyh Osman Efendi ilgilenir. Muhlis Paşa belki de idârenin zayıfladığı, Moğol zûlmünün gitgide arttığı, kargaşanın hâkim olduğu bir zamanda doğan Âşık Paşa’nın ilimle yoğrulmasını, Kur’an ve sünnet yolunu anlatarak insanlığa ışık tutmasını arzu etmiştir.

Şeyh Osman Efendi bu değerli emânete gönülden sâhip çıkarak, böylesine karmaşık bir devirde doğup büyüyen Âşık Paşa’nın en iyi şekilde yetişmesini sağlar. Çocukluğu ilim ve kültür şehri Kırşehir’de geçen Âşık Paşa, zâhirî ve bâtınî ilimlerde aldığı tahsilin yanı sıra dünyâ edebiyatına ve fennî ilimlere de hâkimdir. Arapça, Farsça, Ermenice ve İbrânîce dillerini en iyi şekilde öğrenmiş olan Âşık Paşa, tasavvufî bir terbiye ile yetişir.

Şeyh Osman talebesini ihtisas alanlarına göre bazı hocalara gönderir. Tasavvufun esaslarına vâkıf olmasına Süleyman Türkmani vesîle olur. Dönemin siyâsi şahsiyetlerinin yanı sıra âlim ve bilginleri ile de her an temas halinde olan Âşık Paşa, genç yaşında Kırşehir’de saygın bir âlim ve bilgin olarak hürmet görür. Şeyh Osman, Muhlis Paşa’nın emânetine en iyi biçimde sâhip çıkmış ve Âşık Paşa’nın ilim ve irfan sâhibi bir zat olmasını sağlamıştır. Şeyh Osman’ın kızıyla evlenen Âşık Paşa aynı zamanda hocasına dâmat olur.

Çocukluğu, Selçuklu sultan­larından III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamânında; gençlik yılları da Mesud ve III. Alâeddin Keykubad devirlerinde geçen Âşık Paşa, Osmanlı’nın fikrî ve kültür târihi içinde de etkin bir rol oynar. Zîra olgunluk yıllarını yaşaması Osman Bey devrine denk gelen Âşık Paşa, ömrünün son demlerini de Orhan Bey zamânında geçirir. Üç Selçuklu ve iki Osmanlı hükümdârı olmak üzere beş sultânın saltanat zamanlarında ömür süren Âşık Paşa, hayâtını Kur’an ve sünnet yoluna adamış bir velîdir. Allah (c.c) ve Muhammed (s.a.v) aşkının ötesindeki her şeyi bir sebep ışığında değerlendirmiş ve müridlerine Hak yolundan başka bir yola sapmamalarını nasîhat etmiştir. İşte Âşık Paşa’nın Kırşehir’deki zâviyesinde bu bilinç ve bilgi ışığında yetiştirdiği birbirinden kıymetli dervişleri, Anadolu’nun dört bir yanına dağılarak İslâm’ı anlatır.

Osman Gazî’nin istiklâlini îlânı sırasındaki tören­lerde de bulunan Âşık Paşa, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında temel meseleleri dile getiren ve bu meselelere fikirler sunan bir bilgindir. Zîra Osmanlı, Âşık Paşa gibi pek çok değerli İslâm âliminin düşünce ve nasîhatlerine önem verilerek inşâ edilmiş bir devlettir. Âşık Paşa’nın hükümdarlara nasîhati; asâlet, bilgi, vücut sağlığı, cesâret, cömertlik ve vefâ duygusu gibi özelliklerin esas alınması yönündedir. Yöneticiliğin ahlâkî kâidelere uyularak yerine getirilmesini öneren Âşık Paşa; askerin ne şekilde yetiştirilmesi gerektiği, ordunun teşkîli, onlara gerekli harp aletleri ve silahlar konularında da devrin idârecilerini aydınlatacak bilgiler aktarır.

Âşık Paşa doğup yetiştiği Kırşehir’e birbirinden önemli ve büyük hizmetler sunar. Halk içinde Hak ile olabilen bir Allah âşığı olarak insanlara yol gösterir. Ömrü, açtığı zâviyesinde müridlerini yetiştirmekle geçen Âşık Paşa bir süre sonra Kırşehir’e Bey tâyin edilir. Halkın maddî ve mânevî tüm ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenen Âşık Paşa ahlâkı, adâleti ve ilmiyle Kırşehirlilerin gönül sultânı olur.

Aşık Paşa Hazretleri'nin sözleri

Yaşadığı devrin insanını her an doğruluk ve iyiliğe çağıran Âşık Paşa, “Nerede hareket varsa, orada bereket vardır” diyerek halk içinde Hakla yaşamayı tavsiye etmiştir. Hayâtı boyunca “iyi bakan iyi görür” düsturu­nu benimseyen Âşık Paşa, insanları çalışmaya ve hayır yapmaya yönlendirir. İnsanın öldükten sonra geride bıraktıklarının önemine dikkat çeken Âşık Paşa’ya göre bir kimsenin dört oğlu vardır; Mü’minler, hayır ve iyiliklerini bunlarla devam ettirir. Bu durum kıyâmete kadar sürer gider. Bu dört oğlun biri, malından olan hayırlar; ikincisi, ilminden olan oğullarıdır, bu da kitaplarıdır. Üçün­cüsü, huyundan olan oğullarıdır; bu da öğrencileri­dir. Dördüncüsü ise sulbünden gelen oğullarıdır. Bunlar falan oğlu falan, diye anı­lırlar. İşte Âşık Paşa’ya göre insan, bunlar sâyesinde saadete ve hayırlara kavuşur. Bu dört haslete de sâhip olan Âşık Paşa’nın ilminden olan kitapları bugün hâlâ insanlı­ğa ışık tutmaya devâm etmektedir.

Kur’an ve sünnet emirlerine sımsıkı bağlı olan Âşık Paşa ömrünü ilim ve irfâna adamış ve evlâtlarını da aynı özenle yetiştirmiştir. Oğlu Elvan Çelebi de babasının rahle-i tedrîsinden geçmiş ve yaşadığı devre ışık tutan bir âlim olmasıyla tanınmıştır. Âşık Paşa’nın hayâtına ve kişiliğine dâir pek çok bilgi oğlu Elvan Çelebi sâyesinde günümüze ulaşmıştır. Elvan Çelebi Menâkıbü’l-Kudsiyye isimli eserinde; babasının iç ve dış güzelliğe sâhip olduğunu, güler yüzlü, iyi ahlaklı bir kimse olup iyiliklerde herkesten önde geldiğini yazar. Devrinin önde gelen bilginlerinden olması sebebiyle bütün müşküllerin çözümünde sıkça Âşık Paşa’ya mürâcaat edildiğini anlatır.

Aşık Paşa Hazretleri'nin ölümü

Âşık Paşa, Kırşehirlilerin gönlünde Hak âşığı, âdil bir yönetici, büyük bir mutasavvıf ve âlim olarak yer etmiştir. Ömrü boyunca Hakk’ı seven ve söyleyen bir gönül sultânı olarak halkın güven duyduğu bir kimse olmuştur. Tüm ömrünü Kur’an ve sünnet ışığında yaşayan Âşık Paşa, geride nice değerli talebe ve eser bırakarak 3 Kasım 1332 senesinde Kırşehir’de Hakk’a yürür. İslâm âlemine büyük hizmetlerde bulunan bu gönül dostunun ardından sevenleri derin bir üzüntü duyar. Zîra o, ilmi ve ahlâkı ile devrine damgasını vuran büyük bir isim olmuştur.

Aşık Paşa Hazretleri'nin türbesi

Kırşehir’de defn edilen Âşık Paşa’nın türbesi, 1333 senesinde Sivas Hükümdârı Eratna Bey'in vezîri Ali Şah Rûhi tarafından yaptırılmıştır. Türbe dar bir giriş holü ve üzeri sekiz köşeli kasnak üzerine oturmuş kubbe ile örtülü kare bir mekândır. Bu mekânın ortasında Âşık Paşa’nın sandukası bulunmaktadır. Tamâmen mermerden inşâ edilen Âşık Paşa Türbesi, Selçuklu mimârî sanatından sonra Eretna Beyliği’nin ortaya koyduğu yeni bir mimârî üslûbun tek örneği olarak kalmıştır.

Makâmı yedi asra yakın zamandır sevenleri tarafından ziyâret edilmeye devam eden Âşık Paşa, eserleriyle Hak âşıklarının gönüllerinde yaşamaya devam etmiştir.

Aşık Paşa Hazretleri'nin eserleri

Âşık Paşa’nın en önemli özelliği, Anadolu’nun yeniden şekillendiği bir devirde eserlerini Türkçe yazması ve Türk dilinin önemine dikkat çekmesidir. Eserlerinin içeriğine bakıldığında yaşadığı dönemi en iyi biçimde yansıttığı da gözlenir. Zîra Âşık Paşa’nın yaşadığı zaman, parçalanma ve bölünmelerden, fitne ve fesatlar­dan doğan ıstıraplara çâre arandığı bir devirdir. Bu sebeple Âşık Paşa, insanları bir olma­ya çağırır ve birlikten doğacak kuv­veti örneklerle gözler önüne serer. Dünyâca meşhur eseri Garib-nâme’nin ilk bölü­münü de birliğe ayırır ve orada on hikâye anlatır. Hz. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî de devrindeki parçalanmaları bölünmeleri gördüğü için ayrılık­lardan şikâyetini daha Mesnevî’sinin ilk beytinde dile getirmiştir. Bu açıdan Âşık Paşa da Hz. Mevlânâ’yı tâkip eder.

Divân-ı Âşık Paşa ve Maârif-nâme isimleriyle de anılan dünyâca meşhur bu eser, 1330 yılında tamamlanmıştır. Mesnevî türünde olup, 10.613 beyitten oluşur. On bölümden meydâna gelen Garib-nâme’nin her bölümünde on kıssaya yer verilmektedir. Böylece eserde yüz kıssa veya hikâye anlatılır. Ancak eserde birinci bölümde bir, ikinci bölümde iki, üçüncü bölüm­de üç olan; böylece onuncu bölümde on hikâyeye yer verildiğinden en azından beş yüz elli konunun anlatıldığını görürüz. İnsana dâir maddî - mânevî tüm öğeleri içeren bu eserde, canlı - cansız bütün varlıklar Âşık Paşa’nın görüşüyle anlatılır. Garib-nâme’nin; gitgide açılan, bu açılımda genişleyen, genişleyip büyürken de ni­zam ve intizâmı koruyan, insanı daha ötelere çe­ken, hesâba dayanan bir yapısının olduğunu be­lirtmek gerekir. Âşık Paşa eserinin adını da ona göre koymuş; eserine garip, şaşırtıcı şeylerin toplandığı kitap anlamına gelen Garib-nâme ismini vermiştir. Garib-nâme’nin en önemli özelliklerinden biri de tercüme olmamasıdır. Âşık Paşa bu ese­ri ömrü boyunca yazmıştır. Kâinata bakıp okudukla­rını sırayla birden ona kadar, onlu desteler hâlinde biriktirmiş ve Hakk’a yürümesinden iki sene önce bir nizâma koyarak eserini İslâm âlemine hediye etmiştir.

Ömrünü kâinatı oku­mak ve bulduklarını gördüklerini yazmak ve öğ­retmekle geçiren Âşık Paşa, âlemi mûteber bir kitap olarak gördüğünü şu beyitiyle anlatır:

Gör ki âlem bir kitabdur mûteber,

Mâni gencinden virür her dem haber.

Göz göre kim göre vü akl anlaya

Anlayanlar lâcirem kim tanlaya.

Âşık Paşa insanı ayıplamak ve hor görmekten sakınmış, aynı itinâyı şiirlerinde de göstermiştir. Öyle ki, dünyâ ile meşgul olmanın ayıplanamayacağını ama gönlü dünya sevgisiyle doldurmaktan da sakınılması gerektiğini zarâfet dolu şu ifâdeyle dile getirmiştir:

Dünyâya girmekliğün pes aybı yok,

Gam değil bu dünyâlık olursa çok.

İlle dünya gönüle yol bulmasun,

Key sakın kim gemiye su dolmasın.

Âşık Paşa’nın diğer bir yönü, kendinden önceki Türk edebiyatına hakkıyla vâkıf bir şâir olmasıdır. Orhun Âbideleri’nden Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sine, Dede Korkut’tan Yûnus’a kadar bütün Türk edebi­yatı verimleri onun kaynağı durumundadır. Özel­likle Kutadgu Bilig’den çok etkilenen Âşık Paşa, edebiya­tımızda yer yer şerh edebiyatına da yönelir. Yûnus Emre’nin bazı beyitlerini hissettirmeden şerh eder. Âşık Paşa’nın bir özelliği de Türk edebiyatında bazı eserlerin doğmasına sebep olmasıdır. Süleyman Çelebi Vesîletü’n-Necat adlı Mevlid’ini yazarken Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sinin tesiri al­tında kalmış; ilhâmını, söyleyişini ve eseri­nin veznini Âşık Paşa’dan almıştır.

Âşık Paşa’nın diğer bir eseri de Fakr-nâme’dir. Dînî ve tasavvufî bir metin olan Fakr-nâme 161 beyitten oluşmaktadır. Eserde kullanılan vezin Garîb-nâme’nin vezniyle aynıdır. Eser alegorik bir mâhiyet arz eder. Fakr, bir kuş şeklinde düşünülür. Bu kuş sırasıyla arşı, kürsîyi, cenneti ve yeri dolaşır. Oradan bütün peygamberleri ziyâret eder ve en sonunda ganî iken fakrı tercih eden Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz’de karar kılar.

Âşık Paşa’nın tasavvufî diğer bir eseri de Vasf-ı Hâl’dir. Dînî ve tasavvufî bir eser olan Vasf-ı hal 39 beyitten oluşur. Garîb-nâme ve Fakr-nâme ile aynı vezinde söylenmiş ve Âşık Paşa bu mesnevîsinde hâlden ve hâllerin çeşitlerinden bahsetmiştir.

Gazelleri ve şiirleriyle tekke mûsıkîsinde de önemli bir yer edinmiş olan Âşık Paşa’nın bazı küçük hikâyeleri de vardır. Bu hikâyeler, Garib-nâme’ye giremeyen küçük mesnevîlerdir. Âşık Paşa, Hz. Hızır’ın hayâtını anlatmakla ayrıca menkıbe türü içinde yine ilk sırada yer alır. Âşık Paşa’nın her hâdiseye ibret gözü ile bakması ve kişiyi olayların arkasını görmeye dâvet etmesi insanı hikmet tarafına çeker. Bu bakımdan Âşık Paşa, hikemî edebiyatının da başında yer alır. Onda akıl, gözlem, düşünme ve hayâtı bu açıdan görmek esastır. O, böylece hikemî edebiyatının da ilk şâiri olmuştur.

Edebiyatımızda tasavvuf alanının ilk temsilcileri arasında yer alan Âşık Paşa, devrinin en büyük mesnevî yazarlarındandır. Pek çok şiir ve gazel yazmış olan Âşık Paşa’nın eserlerinde Türkçe’nin ifâde gücünü günümüzden daha canlı bir şekilde bulmak mümkündür. Bu da onun Türkçe için düşünüp fikirler ileri sürmesinden ve büyük gayret sarf etmesinden ileri gelir.

Tüm ömrünü öğrenmek, yazmak ve öğretmekle geçiren Âşık Paşa, Allah (c.c) ve Resûlü’nün (s.a.v) yolundan bir nebze olsun ayrılmamıştır. Allah’a yakınlığın Kur’an ve ahlak yoluna sıkıca bağlanmaktan geçtiğini nasîhat etmiş, her nefesini bu hal ve ahvâl üzere geçirmiştir.

İslâm âleminin en değerli âlim ve bilginlerinden Âşık Paşa dervişlerine ve halka ana-baba, hoca ve mü’minlerin duâlarını almayı tavsiye etmiştir. İlim öğrenmeyi, doğruluğu ve ihlâs sâhibi olmayı, halkın sıkıntılarını yüklenip gidermeyi, malı mülkü insanların faydalarına harcamayı, yolunu kaybedenlere yol göstermeyi sıkı sıkıya tembih etmiştir. Büyük âlim ve mutasavvıf Âşık Paşa her fırsatta merhamet, cömertlik gibi hasletlerin önemini dile getirmiş ve Hakk’a kul olmaktan gayrısına yüz çevirmeyi nasîhat etmiştir. Yedi asra yakın zamandır Hak âşıkları bu nasîhatlerle can bulmuştur.

Tut anı sermâye peştir ol sana,

Gündüzün sarf eyle küllî ana!

Kul iken sultan olasın tâ ebed,

Vâvı kendi evhadin kaldı ehâd.

Bunda eser maksada her âdemi,

Rûzi kılsın dostlara Hak bu demi.

He ânı sermaye bilip, Hakk’a kul olmuş; kul iken sultanlığı Rahmân’ın birliğinde bulmuş bir gönül sultânıdır Âşık Paşa Hazretleri (k.s)…

Yazan: Nevin Şahin

http://ankaramasasi.com/haber/712892/anadolunun-manevi-mimarlari-asik-pasa-hazretleri
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.