Anadolu'nun manevi mimarları: Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri

Müslümanların her yıl heyecanla beklediği Ramazan Ayı’nın gelmesiyle birlikte, İslam alimlerinin hayatlarını Ankara Masası mercek altına alıyor. Yaklaşık 2 ay sürecek yazı dizisinin 36. bölümünde Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin hayatı var.
Ankara Masası
|
11 Mayıs 2021, Salı - 10:27
Anadolu'nun manevi mimarları: Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri

Dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar...

Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…

Söz sarrafı, gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'nin birbirinden değerli mısralarla anlattığı büyük gönül sultânı Ahi Evran Hazretleri'nden, ömrünü Hak ve ilim yoluna adayan Hacıveyiszâde Mustafa Efendi'ye; ilmi ve mâneviyâtıyla 18. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Pir Nûreddîn Cerrâhî'den, ezel dünyâsında verdiği söz üzere yaşayıp, ahde vefâsına tam bir sadâkatle, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül sultânı Şeyh Vefâ Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları Ankara Masası okuyucusu ile buluşuyor.

Yaklaşık 2 ay boyunca sürecek yazı dizisinin 36. bölümü sizlerle...

ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ HAZRETLERİ

Ey Hâlıkım Hâlık-ı kâinat

İlmine yok haddi nihâyet

Ey halk-ı cümle mevcûdat

İlmine yok haddi nihâyet

Yaratanın sonsuz ilmiyle kâinata nazar eyleyip, o nazar ile gönül neş’esini bulmuş; Allah ve Resûlü’nün ilminde fenâ olup, Hak ile halkta can olmuş bir gönül sultânıdır Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri (k.s)...

O, yaşadığı yüzyılda şâhit olduğu tüm çekişmelere rağmen ilâhî aşkın nûruyla hayat bulmuş ve 78 senelik ömrünü bu nûrun gölgesinde sürdürmüştür. Âilesinin 600 yıl boyunca ilim ve irfan ile hizmet verdiği Osmanlı Devleti’nin yıkılışına şâhit olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, yaşadığı onca çile ve meşakkate rağmen Allah’tan hiçbir zaman ümîdini kesmemiş, her şeye rağmen gelecek nesillere ümit ve bilgi ile rehberlik etmiş bir ilim insanıdır. Bir milletin yeniden dirilişine maddî ve mânevî olarak verdiği destek ile ektiği sevgi tohumları bugün Hak âşıklarının gönüllerinde yeşermiştir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin doğum yılı ve yeri

20. yüzyıla damgasını vuran büyük âlim ve mutasavvıf Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, 1865 senesinde Van’ın Başkale ilçesinde dünyâya gelir. Babası Seyyid Mustafa Efendi, 17. yüzyılda yaşamış bir Allah dostu olan Albülhakîm Siyalkûtî Hazretlerine büyük muhabbet beslemiş ve bu sebeple oğluna Abdülhakîm ismini vermiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin soyundan gelen Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin ataları, 1258 senesinde Hülagû’nun Bağdat’ı istîlâ etmesi üzerine oradan hicret etmek zorunda kalır. Önce Musul’a, oradan Urfa ve Bitlis’e göç ederler. Bir müddet sonra da Mısır’a giden âile, oradan tekrar Anadolu’ya hicret eder. Âilenin büyüklerinden Molla Muhammed Efendi ve yanındakiler, Van’da yüksek dağlar arasında bir bölgeye yerleşerek bir dergâh ve câmi inşâ edip buraya ‘‘Arvas’’ adını verir. Bu beldede yetişen âlim ve mutasavvıflara da zaman içinde “Arvas Seyyidleri” denir. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî de bu mübârek zatlardan biridir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin  hayatı

Arvas Âilesi, 650 yıl boyunca bu yörede varlık göstererek Kur’an ve sünnet ışığında İslâmiyet’e hizmet eder. Anadolu’ya geldikten sonra bu topraklarda birçok âlim ve bilgin yetişmesine vesîle olan bu kıymetli âile, aynı zamanda halk arasında baş gösteren ayrılıkları gidermek ve millî birliği sağlamakta mühim vazîfeler üstlenir. Böylece hem sulh ve nizâma katkı sağlar hem de bölgenin ilim ve irfan yuvası olmasına vesîle olurlar.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ilk tahsilini, babası Seyyid Mustafa Efendi’den alır. Bir taraftan babasının tasavvufî terbiyesi altında yetişirken bir taraftan da Van-Başkale'deki ibtidâî ve rüştiye mekteplerini bitirir. Devrin ilim ve irfan merkezlerinden biri olan Irak’a giderek, burada çeşitli şehirlerde değerli âlim ve bilginlerden ilim tahsil eder.

Arap ve Fars dilini ileri derecede öğrenen Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, dînî ve fennî ilimler tahsil eder. Edebiyat, mantık, kelâm, astronomi, fen, matematik, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf gibi birçok alanda yüksek tahsil gördükten sonra rahle-i tedrîsinden geçtiği hocaları tarafından verilen icâzetnâmeler ile yeniden Başkale’ye döner.

Henüz çocuk yaşta ilim tahsil etmeye başlayan Abdülhakîm Arvâsî, Başkale'ye döndükten sonra 1882 senesinde burada bir medrese yaptırır. Âilesinden kalan tüm serveti ilim yolunda sarf ederek büyük bir kütüphâne kurar. Bu medresede mürid yetiştiren Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, hoca olmasına rağmen müridiyetten de vazgeçmez. İlmin ömür boyu sürdüğünü bilen bu büyük gönül sultânı, devrin en önemli velîlerinden Seyyid Fehim Arvâsî Hazretlerine mürid olur.

Mutasavvıf bir âileye mensub olan Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin yaşamında tasavvuf derin ve mühim bir yere sâhiptir. Bu sebeple Arvas’a giderek, Hâlidiyye tarîkatı şeyhlerinden Seyyid Fehim Arvâsî Hazretlerinden tasavvuf ilimleri alanında ciddî bir eğitim alır. Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde yaşayan büyük âlim ve mutasavvıf Seyyid Fehim Arvâsî Hazretleri, Anadolu’nun şark vilâyetlerinde ilim, irfan ve güzel ahlak vasıflarıyla timsâl olmuş muhterem bir zattır. Abdülhakîm Arvâsî üzerinde derin bir tesiri bulunan Seyyid Fehim Hazretleri, ömrünün sonuna kadar Van Arvas’da yaşar. Birbirinden değerli âlim ve bilgin yetiştiren bu büyük velî için müridi Abdülhakîm Arvâsî’nin yeri ayrıdır. 1896 senesinde Hakk’a yürüyen ve Van, Arvas köyüne defnedilen Fehim Arvâsî Hazretleri, nice âlim ve bilginin yetişmesinde büyük emek sâhibidir. Hakk’a yürüdüğünde geride oğlu Muhammed Emin, Mejingirli Halîfe Derviş, Patnoslu Halîfe Ali ve Abdülhakîm Arvâsî gibi ilim ve fazîlet sâhibi dervîşler bırakır.


Her ânını ilim ve irfan hazîneleri ile donatan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri; Nakşibendî, Kadirî, Küfrevî, Sühreverdî ve Çeştiyye tarîkatlarından aldığı icâzetnâme ile tasavvufta söz sâhibi olur. Başkale'de yirmi dokuz sene boyunca irşad ile meşgul olan Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, vaaz ve sohbetleriyle kısa sürede halkın gönlüne girer. Kurduğu medrese, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden ilim öğrenmek arzusuyla gelen dervişlerle dolup taşar.

Maalesef 1914 senesinde Birinci Dünya Harbi’nin başlamasıyla doğuda pek çok karışıklık baş gösterir. Osmanlı Devleti sıkıntılı günler geçirmektedir. Rus askeri, İran tarafından gelerek Doğu Anadolu'yu işgâle başlar. Bu arada Başkale de Ruslar tarafından istîlâ edilir. Bu işgal ve istîlâyı fırsat bilen Ermeniler’in silahlanarak Müslüman halkı katletmesi üzerine birçok âile yerini yurdunu terk etmek zorunda kalır. Bu âilelerden biri de Arvâsîler’dir. Savaşın merhamet tanımayan yüzü Arvâsî âilesini de şehirden şehre hicret etmek zorunda bırakır. Devlet köylerin boşaltılmasını isteyince Şeyh Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, 150 kişiyi bulan âilesi ile Arvas’dan ayrılır. İlk etapta Bağdat'a yerleşmek maksadıyla yola koyulur. Musul'a vardıktan sonra burada iki yıl kalır. Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin yerleşmeyi düşündüğü Bağdat şehri İngilizler tarafından işgal edilince, buradan da yine âilesi ile birlikte Adana'ya hicret eder. İşgal tehlikesinin Adana’ya ulaşması üzerine âile Eskişehir'e göç eder. Uzun süre devam eden göç hayâtı sebebiyle şehirden şehre yol alan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri bu acı dolu günleri şöyle nakleder:

“Hızla silâhlanan Ermeniler, Müslümanların mallarını yağma etmeye koyuldular. O sırada bizim evimizi de tamâmıyla yağmaladılar, soydular ve hiçbir şey bırakmadılar. Kışın başlangıcı sıralarında âile efrâdımız, yakındaki dağ ve köylere kaçıp sığınmaktan başka çâre bulamadı. Evlerimizi, çarşılarımızı, medreselerimizi, câmilerimizi tamâmıyla yakıp kül ettiklerini haber aldık. Bu vaziyetten sonra bize hicret yolu göründü. Keldani Aşîretleri ile Ermeniler, dünyânın yaratılışından beri görülmedik zulüm ve vahşete yol açıyorlardı. Eli silah tutanların hemen hepsi Erzurum taraflarında ve cephede bulunuyorlardı. Tamâmen müdâfaasız kimselerden meydana gelen göç topluluğu bir ana-baba günü manzarasıyla yol alıyordu. Ermeni fedâileri ise Nurduz'dan beri bu perîşan muhacirleri tâkip ediyor, genç kız ve kadınları esir alıp büyük bir kısmını şehit ediyor, kalanları tekrar tâkibe koyuluyordu. Zaho'nun dağ ve çöllerinde muhacirlerin yüzde yetmişi açlıktan can verip ve hatta hayvanlara ve kuşlara yem oldular. Memleketinde hânedan seviyesinde ve zengin olanlar hicrette mahv-ı perîşan oldular. Erbil'e çoğumuz hasta olarak girdik. Kardeşim Seyyid İbrâhim Efendi’yi kara toprakta Allah'ın rahmetine bıraktığımız gibi, Şeyhler Hânedânı adını alan dokuz erkek kardeşi ve dört amcamın kız ve erkek değerli fertlerini Erbil ve civârında toprağa verdik. Daha sonra nüfûsumuz yüz elli iken ancak altmış altı nüfusla, çöl ve sahrâları Allah'ın yardımıyla aşarak Adana'ya geldik. Adana'da çeşitli hastalıklar sebebiyle defnettiğimiz nüfustan kalan yirmi kişi ile Eskişehir'e geldik. Bunlardan bir kısmı Konya'da kaldılar. Geçim darlığından dolayı büyük sıkıntı içinde yaşadılar. Biz ise 1918 senesinin Nisan ayı ortalarında İstanbul'a geldik. Yollarda görülen meşakkat ve sıkıntılar son buldu.”

Zorlu göç yolculuğunun ardından 1918 senesinde İstanbul’a gelen Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, evkaf nâzırının kendileri için tahsîs ettiği Eyüp Sultan’daki Yazılı Medresesi'ne yerleşir. Bir süre sonra Kaşgarî Dergâhı'nda vâiz ve imam olarak görev alan Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, bu vazîfelerinin yanı sıra Sultan Vahdettin tarafından Medrese-i Mütehassısîn'e müderris olarak tâyin edilir. Tekke ve zâviyelerin kapatılmasına kadar da bu görevlerini îfâ etmeye devam eder.

Birinci Dünya Harbi, Osmanlı için acı sonu hazırlamış, düşman dört bir yandan memleketi işgal etmeye başlamıştır. Türk milleti yediden yetmişe memleketin müdâfaası için mücâdele etmiş, canını malını ortaya koyarak işgâli bertaraf etmeye çalışmıştır. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri de müridleri ile İstiklâl Harbi’nde Kuvâyımillliye’yi her yönden desteklemiştir. Müridlerinden Cevat Yücemen o günleri şöyle nakleder:

“Sakarya Harbi sırası ben üsteğmenim. Ordumuz ric’at ediyor ve Ankara’nın boşaltılması faaliyeti başlamış bulunuyor. Arvâsî Hazretleri bana emir buyurdular: “Hemen Ankara’ya git, orduya katıl ve her şeyden evvel Fevzi Paşa’ya çıkıp de ki: “Beni buraya kendi hâlinde bir Müslüman gönderdi “yılmasınlar, sebat etsinler, zafer muhakkaktır”diyor.” Gittim ve Mareşal’e aynen söyledim. Fevzi Paşa, teşekkür etti.”

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, vatanın müdâfaası uğruna Anadolu'da çarpışan Kuvâyımillîye’nin gâlip gelmesi için para, mal ve duâ ile yardım edilmesini ister. Eli silah tutanların müdâfaaya katılmaları için milleti teşvik ederek birçok kişiyi Anadolu'ya gönderir. Netîcede Türk Milleti gâlip gelmiş, vatan düşman işgâlinden kurtulmuş lâkin 600 yıllık Osmanlı Devleti de nihâyete ermiştir.

Cumhûriyetin îlânıyla tekke ve zâviyeler kapatılır. Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Gümüşsuyu’ndaki evi bir anda dergâha dönüşür. Soyadı kânununun çıkmasıyla “Üçışık” soyadını alan büyük âlim, Beyoğlu'nda bulunan Ağa Câmii ile Beyazıt Câmii’nde ders vermeye devam eder. Bir süre de Vefâ Lisesi’nde öğretmenlik yapar.

1931 senesinde Menemen Hâdisesi baş gösterir. Maalesef olaylarla hiçbir ilgisi bulunmayan Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri tutuklanarak Menemen'e gönderilir. Bu hâdise karşısında sükûnetini korumaya devam eder. Zîra kısa süre sonra olaylarla ilgisinin olmadığı anlaşılan Arvâsî Hazretleri berâat eder.

Bu hâdisenin ardından tekrar İstanbul’da müridlerini yetiştirmeye devam eden Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin sohbetleri kulaktan kulağa duyulmaya başlar; hoşgörüsü, kendisine karşı çıkanlara hilm ile muamele etmesi şöhretini daha da artırır. Toplumun farklı kesimlerinden arayışta olan niceleri kapısını çalıp, kendisinden nasîhat ister. Şöhretini duyanlar sohbet günlerini gözler. Edebiyat ve bilim dünyâsında da ismi duyulan Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerini merak edenlerden biri de şâir Necip Fazıl Kısakürek’tir. Arvâsî Hazretlerinin 1934 senesinde Ağa Câmii’ndeki vaazına büyük şâir Necip Fâzıl Kısakürek de katılır. O güne kadar bohem bir hayâtı tercih eden Necip Fâzıl, cebinde on soru ile vaazı dinlemeye koyulur ve görür ki Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, Necip Fazıl'ın cebindeki sorulara kürsüden tek tek cevap vermektedir. İşte o günden sonra büyük şâir, Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerine mürid olur ve Hakk’a yürüdüğü âna kadar mürşidinin dizinin dibinden ayrılmaz.

 Benim Efendim!

Ben sana bendim!

Bir üfledin de

Yıkıldı bendim.

Ben ki, denizdim,

Dağ başı bendim.

Şimdi sen oldun,

Âleme pendim.

Benim Efendim!

Necip Fazıl Kısakürek

Kendisine bu muhteşem mısraları söyleten hocasını “O ve Ben” isimli bir kitap ile kaleme alan Necip Fâzıl Kısakürek, kitabında Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin zarâfetini, ilmini ve ahlâkını detaylarıyla anlatır. Bu kitap ile kendinden sonraki nesillerin de mürşidini tanımasına vesîle olur. Necip Fâzıl’ın hocasından aldığı feyzi ve Arvâsî Hazretlerinin onda bıraktığı derin tesiri görmek büyük şâirin şu mısralarında görmek mümkündür:

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,

Mârifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin ölümü ve türbesi

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ilerlemiş yaşına rağmen müridlerini yetiştirmeye devam eder. Allah (c.c) ve Resûlü’nün (s.a.v) aşk-ı ateşiyle yanıp tutuşan bu büyük velînin çilesi maalesef bitmemiştir. Zîra Arvâsî Hazretleri 1943 senesinde sıkıyönetim tarafından İzmir’e gönderilir. İlerlemiş yaşına rağmen kendisine revâ görülen bu zulüm karşısında Allah’a sığınan Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, tevekkülle kulluk vazîfesine devam eder. Lâkin İzmir’deki zor şartlar ve ilerlemiş yaşı sebebiyle hastalanır. Ankara’ya gönderilen Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri yolda daha da ağırlaşır. Ankara’da on sekiz gün hasta yatan büyük gönül sultânı, 27 Kasım 1943'te, 73 yaşında Hakk’a yürür. Cenâze merâsimine binlerce seveni katılır. Gözyaşları içinde Hakk’a uğurlanan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, Ankara Keçiören’deki Bağlum mezarlığına defnedilir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin sözleri

19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış büyük âlim ve mutasavvıf Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, Allah (c.c) ve Muhammed (s.a.v) aşkıyla dolu bir ömür sürmüş; ilim, irfan ve ahlâkıyla, Hak âşıklarının gönüllerine sultan olmuştur. Kur’an ve sünnet yolundan bir an olsun ayrılmayan, hayâtındaki onca çile ve meşakkate rağmen bir gün olsun Yaradan’a sitem etmeyen büyük velî, hayâtını tevâzu ile sürdürmüş, bir sefer bile “ben” kelâmı zikretmemiştir. “Keşke Beyoğlu’nda bir bakkal dükkânım olsaydı da kimse beni tanımasa idi” sözü mütevâzılığının izâhına en güzel temsildir. Onun dergâhında nice ilim ve irfan sâhibi kimse yetişmiş; garipler, hor ve hakir görülenler, Hakk’ı arayanlar, Hakk’ta fenâ olanlar, Hak ile hemdem olanlar, ham iken yanıp, pişmiştir.

Günümüz insanı için de yol gösterici bir nasîhat niteliğindeki şu kıymetli sözler, onun düşünce iklîmini yansıtması açısından oldukça önemlidir:

"İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir. İlim ve fen ilerlediği halde insanlığın ufuklarını sarmış olan fesat karanlığı; hep şirkin, imânsızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin netîcesidir. Beşerîyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe ızdırap ve felâketten kurtulamaz. Hakk’ı tanımadıkça, Hakk'ı sevmedikçe, Hak Teâlâ’yı hâkim bilip, O’na kulluk etmedikçe insanlar birbiri ile sevişemez. Hak'tan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse hepsi ayrılık ve perîşanlık yoludur.”

Son derece cömert ve merhamet sâhibi olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin toplumun her kesiminden müridi olmuştur. Özellikle Necip Fâzıl Kısakürek, yaşadığı büyük dönüşümle dikkat çekmiştir. Bir diğer değerli müridi ise; çeşitli din ve fen kitaplarının yazarı, eczacı, kimyâger ve emekli öğretmen Albay Hüseyin Hilmi Işık Efendi’dir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin eserleri

78 yıllık ömrünü ilim, irfan ve ibâdetle geçiren Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Râbıta-ı Şerîfe ve Riyâzü't-Tasavvufîye adlı iki eseri bulunmaktadır. Râbıta-ı Şerif, Necip Fâzıl Kısakürek tarafından sâdeleştirilerek yayımlanmıştır. Eserde râbıta ve tatbîkine dâir bilgilere ve Nakşibendî tarîkatının âdâbı hakkında izâhâte yer verilmiştir. Riyâzü’t-Tasavvufîye isimli eserinde ise tasavvuf, tasavvuf târihi ve kavramlarıyla ilgili malûmatlar yer almaktadır. Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, bu eserini medresede hocalık yaptığı sıralarda kaleme almış; eser Necip Fazıl Kısakürek tarafından sâdeleştirilerek Tasavvuf Bahçeleri ismiyle yeniden yayımlanmıştır. Bunun dışında mevlit okumanın ve tesbih kullanmanın başlangıcı ve meşrûiyeti hakkında bir risâle, Sahâbe-i Kiram ve Ecdâd-ı Peygamber risâleleri, İslâm Hukuku, Keşkül ve Sefer-i Âhiret isimli eserleri de bulunmaktadır. Müridlerine gönderdiği risâle büyüklüğünde pek çok mektûbu bulunan Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri de bulunmaktadır.

Ey gönül, bakma cihâna gün gelir seyrân gider

Durma, ağla gözlerim, gel bu kafesten cân gider

Sağlığı sen bil gânimet, gönlünü ezkâre ver

Çağrılır kabre girersin sonra bu meydân gider

                            Kerâmî

Allah (c.c) ve Muhammed (s.a.v) aşkıyla yana yakıla, cihanda can kafesine hapsolmuş; cânâna ermek için Hakk’ın vuslat çağrısına teslim olmuş bir gönül sultânıdır Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri (k.s)...

Yazan: Nevin Şahin 

http://ankaramasasi.com/haber/733008/anadolunun-manevi-mimarlari-abdulhakm-arvs-hazretleri
İlginizi Çekebilir

Yorumlar (0)

Yorumunuz İletilmiştir.